Page 8 - DELİ YUSUF
P. 8
10
DELİ YUSUF
En güzel kırmızı bakır kırmızısı... Ahmet öyle söylerdi.
Sonra bakırın hünerleri de pek bolmuş. “Tut bakırı ateşe
yaprak yaprak hârelensin, şehire varan yollar gibi kıvrım
kıvrım dolansın öbür uca kadar... Sür sirkeyi istersen,
kaldır rafa; ertesi gün baktığında dünyalar senin olur,
çağla gibi göğerir mübarek...”
“Recep! Recep dedik, yeter artık.”
“Her derdin çâresi var, bırak bu hafifliği!”
Recep Dayı az ötede tebessümle dinlerdi bizi. Oğlu
anlattıkça o sevinirdi. Ah Ahmet... Ne diye bıraktın okulu
sanki? “Vurdukça güzelleşir bu bakır”mış... “Dövdükçe
sertleşir, erkekleşir”miş. Ne vardı sanki Söke’ye pamuk
toplamaya gidecek? Al işte, baban kimseyi dinlemiyor;
kahveden gelenleri, dükkânlardan çıkanları bile...
“Recep, bir daha düşün!”
Pamuğu batsın Söke’nin. Benim babam olsaydı,
Söke’ye mi giderdim? Ölmeseydi babam, görecektin işte
o zaman. En güzel doğramaları ben yapardım; kapıları,
pencereleri... Sen de bakır döğerdin yaka yaka. Dışına
sirke sürerdin, içi mor resimli, dışı çağla yeşili olurdu
raflar boyu. Söke’de de var bu koca güneş. Yoksa yok mu?
“Hiç akıl yok mu sende Recep?”
“Bizim senden kalır yanımız mı var?”
“Biz hiç düşmedik mi dama?”