Page 9 - YARIM AŞKLAR ÜLKESİ
P. 9
11
YARIM AŞKLAR ÜLKESİ
Arkadaşımı arıyorum. Gecenin karanlığına damlayan kan
lekesinde, görev yaptığı dairesinde. Keskin bakışlarının ardına
sığınıp birden çekip gitmesini almıyordu aklım. Bir bordo
berelinin en büyük gücü paraya önem vermeyen dostlarıydı.
Zor bulunan, kaybedilince bedeninde bir parçayı kaybetmiş
gibi ruha sızı olan dostlardı bunlar. Sonra o tanıdık ses, sa-
kince onu dinlemeye başladım gecenin içinde.
“Nedir biliyor musun Dede Korkut, hayatı çekilir kılan?”
Nedir der gibi bakmıştım yüzüne. Bir şey söylemek iste-
diğinde soru sorardı önce. Cevabını bildiği sorular sorardı
dikkat çekmek için.
“Gönlüne gireni gönlünde taşımandır sonsuza kadar! Onu
büyütmek için beslemen ve asla vazgeçmemendir inandıkla-
rından. İnsanı ayakta tutan inancıdır. İnanç güvenle başlar.
Tecrübelerine dayanarak güvenini kazanmış bir dosttan daha
büyük bir servet yoktur. Benim için sen ve Karacaoğlan’dan
daha değerlisi bu yüzden olmadı. Sizlerin dostluğu test edilmiş
ve menfaatsizdir. Güvenmek öyle kolay değil. Ben cephede,
cephe gerilerinde yıllarca hainlerle yüzleştim. Askerliğin o dar
garnizonlarında bir komutan buldum, baba kadar sevdiğim ve
güvendiğim. Tıpkı Çerkez Hasan’ın Abdülaziz Han’ı sevdiği
ve ona baba gibi bağlandığına benziyordu bu güvenim.”
Gönül adamıydı. Asker olmasının tek nedeni gönül yıkan-
ların karşısına dikilmekti. Zalimin karşısında çifte su yemiş
çelikten bir kılıç oluverirdi. Lise yıllarında hatta çocukluğunda
bile tahammül edemezdi haksızlıklara. Her hafta kasabasından
çıkıp geliyordu okula. Bor’da bizde kalıyordu çoğu zaman.
Aynı yatağı paylaştığımız yoksulluk zamanlarıydı onlar. Elde
avuçta fakirlik ve duadan başkasının olmadığı yıllardı. Her
gelişinde elinde süt, peynir, tereyağı ve köy ekmeği olurdu.